Hayatımın bir dizi öğle mutluluğundan
öteye gidemediğini kabul ediyorum. Ya da bu durumu yeğlediğimi kendime itiraf
edebiliyorum. Bunun üzerine çok düşündüm. Sonra düşünmeyi kestiğim ve zamanı
hatta beklettiğim bir anda cevabı kendiliğinden buldum. Arayışlar, buluşlara
gebe değil. Birbirine uymayan gövde ve başı tutkallamak kadar beyhude bir uğraş
neticede. Yine de araba kullanmayı yeni öğrenen acemi bir şoför gibi yola çıkmak için kimsenin olmadığı
uygun saati kolluyordum hamle yapmak için. Aradığımı kendime dahi belli etmeden
hızla yol alıyordum asfalt düşüncelerde. Perdenin arkasına saklansa dahi ayak
ucundan belli olan varlığı bulduğumda uygunsuz bir görüntüyü saklama ya da
yıkıcı bir darbeden kaçınma adına yüzümü iki elimle zırhladım. Hazır değilmişim.
Ya da gerçeğin kendini bu denli cüretkâr sergileyebileceğini kestirememiştim. Kuruyan
dudaklarımı iki kez birbirine değdirip soylu ve anlaşılmaz bir dinginlikle nefes
alışlarımı düzene koydum ve hazırdım.
Konuşmaya başlamadan önce
aklımdan geçen bir dizi fikri hayalimde canlandırdıkça gerçeklikle hülya arasındaki
bağlantıyı koparıyor, ikisi arasında bir düzlemde yalpalanıyormuşum hissine
kapılıyordum. Bütün ihtimalleri aynı boyda doğrayıp bir sıra gözetmeksizin
hepsini kızgın yağda bir iki çevirmeyi göze almıştım. Bugün burada gizli saklı
kalmayacaktı. Ama yine de zihnimden geçenlerin maddeyle özdeşleşmesi ve beni
çepeçevre sarması endişesinin ceplerimi ağırlaştırdığı hissine engel
olamıyordum.
Giydiğim kıyafetler kimin
zevki? Yüzümde gezinen tereddüttün aslı astarı ne? Telaffuz etmekte güçlendiğim
sessiz harfler boğazımdan neden küfür edasıyla çıkıyor? En mühimi, yanlış
tercilerimin ilk çıkış noktası neresi? Bunlar ve dahası ağzını tam büzemediğim
yastık altı kesemden olanca kuvvetiyle yüzeye çıkıyor. Dışarıdan yanan ışığın
evdeki oynak alevin cehennemi olduğunu kimse bilmiyor. Görüntü herkesi
yanıltıyor.
Dilden dökülen sözlerin
kaderimizi inşa etmede belirleyici olma ihtimaline karşı, saniye başı kelime
hız limitini aşmama konusunda dikkatli olmaya çalışmışımdır. Ancak sözde
gösterdiğim hassasiyet, yazıda pek işlemedi. İşlememiş. Tavana yapışık soru toplarının
temelini on altı yıl önce arkadaşlar arasında yaptığımız eğlence amaçlı ankette
attığımı fark ettiğimde anladım bunu. Şurada ne yazıyorsa o denilenin alın
değil de baş ve orta parmaktan dökülen olduğunu öğrenmenin nice kefaretten
sonra geleceğini bilmiyormuşum. Bilsem ne olacaktı. Kuluçka döneminin sırrını
çözmek için yapabileceğim bir şey yoktu. On dört yaşımdaydım ve o dönem çıkan
bir şarkıdaki hayale kapılıp bir an önce on yedi yaşıma girme tutkusundaydım. Ama
o yaşıma rağmen bu günümü dayanıklı ve yoğun çizgilerle yazacak kadar keskin
atışlar yapabiliyordum.
Yazdığım satırları
okuduğumda kendi cümlelerime katılmıyormuşum gibi küstahça bir tavra bürünmenin
bir manası yoktu. Aynı soruları şimdi sorsanız o gün ne cevap verdiysem
ağırlığında bir gram eksik ya da fazla olmadan altına imzamı atardım. O zaman
insanoğlu değişmiyor neticesine vardım. En azından ben değişmemişim. Hırsım,
tutkum, hevesim hala boğazımı kesiyor. Geçmiş benimle karşılaşmanın ilk
dakikalarında kuşandığım zırhı katlayıp kenara koydum ve sıkıca sarıldım çocukluğuma. Başımın üzerinde eğri duran çerçeveyi düzeltmek kadar
küçük bir hamle ile birbirini doğru tamamlayan iki parçayı birbirine
kilitledim. Ardından ekledim:
“Bunca zaman üzerine
attığım her ölü toprak için senden özür dilerim.”
Yaşayış yükü ağırdır, saklanmak istersin bu yükten ama yine seni çağırır, ya da yine seni bulur.
YanıtlaSilGeçmişi kabul edip bağı koparmak günü yaşamak için en doğru adım. Yoksa bir şekilde hortlar en olmadık yerden.
SilŞimdiye dek blog hayatımda okuduğum en güzel betimlemelere sahip yazıydı.
YanıtlaSilÇok mutlu oldum. Çok teşekkür ederim.
SilAh Özlem, harika bir yazarsın sen. Gerçekten muhteşem bir yazı. Sen düşüncelerini öyle bir taçlandırıyorsun ki bu yazılarınla... Daha ne yazabilirim? Kalemine sağlık kızım.
YanıtlaSilGerçekten usta işi bir yazı olmuş. Tebrikler
YanıtlaSil